İnsanları, konumlarına ve durumlarına bakarak yargılamanın iki tehlikesi var..
Ya, o sorumluluk paydaşını ayaklar altına serersiniz ya da insanları bu sorumluluk ekseninde tahrik edersiniz..
Hatay Valisi Sayın M. Celalettin Lekesiz’in, izinde olması normal..
Şahsi görüşüm şu ki.. Devlet politikasının gereği, Hatay’ın mülki amiri olarak Sayın Lekesiz’in ‘provakasyon’ endişesi taşıması da, sonradan doğabilecek olumsuzluklar açısından olağan bir durum..
Ben daha çok olaya şu açıdan bakıyorum..
Ben gazeteciyim ve bir gazeteci olarak taşıdığım yükümlükler kapsamında davranmalıyım.. Bu da aynı şey..
Hatay Valisi Sayın Lekesiz’e ‘siyaset yap’ diyebilir miyiz?
‘Bildiğini okumalıydı’ diyebilir miyiz?
Bırakalım da, sağduyunun hakim olduğu bir yaklaşımla, hain tezgahları minimize edebilecek Devlet’in gücüne inanalım…
Sanırım, Sayın Lekesiz’in de yapmaya çalıştığı buydu..
Ama o kadar büyütüldü ki, yer ve konum tartışması üzerinden ‘Devlet’in tavrı, küçümsenmeye çalışıldı..
Bu, feci derecede yanlış bir yoldur..
Zaten acılıyız.. Zaten yüreğimiz sancılı..
Şehit verdiğimiz bir dönemde vali veya başlıca devlet görevlileri üzerinden ‘tahrik’ mekanizmasını hayata geçirmenin hiç bir getirisi ve anlamı yok..
Bu durum sadece, milli değerlerimizle özdeşleşen duygusal yapımızın genetiğini bozar..
İskenderun’daki iklim buna müsait..
Dün, Hatay Valisi M. Celalettin Lekesiz, Yonca ailesini ziyaret ederek, yaşadığı derin acıyı paylaştı..
Anne Gülsüm Yonca’yı ve evlatlarını baştacı etti..
Üstelik, o acılı haliyle hayırseverlerin o geniş yüreğini seferber etti..
Ne yani.. Şimdi bunu yaptı diye, Devlet’in valisini yargısız infaz etmeyi sürdürecek miyiz?
İki gündür yapılan eleştirilere bakıyorum da, insaf yahu..
Kimi kime kırdırmaya çalışıyorsunuz?
Dün haber bültenlerini izlerken kahroldum..
Şehit aileleri üzerinden yapılan siyaset alenen kendini gösteriyordu..
Bazı kanallar ‘iktidar’ üzerinden, bazı kanallar ‘muhalefet’ üzerinden, bazı kanallarsa ‘karanlık senaryolar’ üzerinden güya değerlendirmeler yapıyorlardı..
Benim bildiğim doğru birdir..
Beyaza ‘kara’ diyenler bir tarafta, karaya ‘beyaz’ diyenler öteki tarafta..
Benim korktuğum da bu işte..
Gelecek kuşakları bağlayan bu tehlikeli gidişattan kurtulmalıyız!
Dün yazdım, bugün de haykırıyorum:
– Lütfen, toplumda “tahribat” yaratan düşüncelerden vazgeçelim..
Bin yıldır iyi günde, kötü günde kardeş olarak yaşayan ama bu süreçle birlikte tehlikeli şekilde birbirlerini düşman görmeye başlayan insanlar, yaratılan bu kapkara havadan kurtulsun artık!
Bu güzel ülkeye yapılacak en büyük kötülük, insanlarımız arasındaki sevgiyi, hoşgörüyü kin ve nefrete dönüştüren bu süreç olmadı mı?
Binlerce insanımızı yitirdik.
Acılar çektik, genç fidanlarımızı, iyi yetişmiş insanlarımızı kurban verdik.
Tek vücut olmak varken, birileri kalkıp Devlet’in kurumlarını, Ordu’yu yıpratırsa, hangi ‘milli’ değerlere hizmet etmiş olabiliriz ki?
Kim ne derse desin.. Bu süreçte şöyle bir ortak yol düşünüyorum:
‘Milli’ iklime sahip çıkacağız, hainleri arkamızdan güldürmeyeceğiz!
Yani birilerinin zannettiği gibi bir “basın özgürlüğü”nden, konu ‘milli’ değerler ise; söz edebilmenin olanağı yok..!