Çevre kirliliği önemli bir sorun. Konuşuyoruz, sıcak tutuyoruz.
Birşeylerin değişmesi konusunda umutluyuz.
Çevre koruma derneklerinin çabalarını önemsiyoruz.
Şimdi, gözümüz/kulağımız enerji yatırımlarında..
Erzin ile Dörtyol, gözde ilçeler..
Başvurular, gözlemler, incelemeler o bölgelerde yoğunlukta..
Yatırımlara evet, ama çevre kirliliğine hayır!
Bunun için, çevre bilinci gelişmiş insanların verdiği mücadeleyi biliyorum.
Yasalar da müsait.
Ama gelin görün ki, denizlerimiz, akarsularımız, göllerimiz öylesine kirli ki..
DenizTemiz Turmepa’nın araştırma verileri herşeyi gözler önüne seriyor..
Turizm tesislerinin yüzde 81’inde ise arıtma tesisi yok..
Arsuz ve çevresinde konumlanan yazlık siteler de buna dahil..
Deniz kirliliği, sağlığımızın yanısıra balıkçılık ve turizmi de tehdit ediyor.
Demek ki, eğitim ve çevre bilincine ihtiyacımız var.
Şimdiye kadar 11 ilde 8 bini aşkın öğretmene ve 3 milyon öğrenciye ulaşılmış.
2011 yılına kadar hedefte 6.5 milyon öğrenci var.
Hadi genç nesli eğittiniz, peki kamunun, yerel yönetimlerin sorumluluğu ne olacak?
Şimdi sıkı durun..
Türkiye’nin AB çevre mevzuatına uyumu için 50 milyar euro gerekiyor.
Avrupa bunun yüzde 20’sini karşılıyor.
Paranın gerisi nereden gelecek?
Ama esas siyasi irade nerede?
İşte bu noktada çekincelerimiz var.
Siyasi irade derken, aklıma yerel seçimlere hazırlanan adaylarımız geliyor..
CHP’nin adayı Dr. Yusuf Civelek, bu konuda bir/iki tespit koydu.
Diğer adayların da aşağı/yukarı çevresel kazanımlar için bir takım sözler verdiklerine tanık oluyoruz.
Bakalım seçimlerden sonra hangisi sözünde duracak?
HASTALIK!
Bakınız Engin Ardıç Sabah’taki köşesinde ne yazmış:
“Sabit fikirlinin fikri gerçekle çatıştığı zaman, “red” mekanizması işler. Psikolojide “egonun kendini savunma mekanizmalarından biri” olarak kabul edilen bu “denial” sabit fikirliyi rahatlatır. Kendi çarpık gerçeğine sığınır, yüzleşme ve değişime karşı kabuğunu örer içine girer.
Örneğin dışarıda pırıl pırıl güneş varsa ve o da yağmur yağdığına bir kere karar vermişse, istediğiniz kadar pencereyi açıp gösterin, o gene “hayır efendim, hava yağmurlu” diyecektir.”
O bakımdan sabit fikirlilere ‘Hastasınız siz, geçmiş olsun’ demekten başka birşey gelmiyor elden!
SATIR ARASI!
Bir okurum göndermiş. Adını yazmamış, ama aktardığı cümle çok hoş..
Aynen paylaşıyorum:
“- Her şey iç içe yaşam içinde. Kötü varsa ancak iyinin olduğunun farkına varıyoruz. Güzellik çirkinin varlığına borçlu makamını.. Mutluluk ise hüzne borçlu mahiyetini. Tezatsız dengelenemiyoruz dünyada! Siyah yoksa beyaz yok. Kötü yoksa iyi de yok..
Satır arası kadar kısa ve dar alanlara sıkıştı artık yaşamlarımız. Yine bu satır aralarında yaşanıyor hüzünlerimiz yada mutluluklarımız.. Satır arası alınan nefesler kadar hayatımız ve satır araları kadar da kısa artık yaşantılarımız. Bu kısacak zaman dilimlerini bereketlendirmek adına hep güzelden ve iyiden yana atsın nabızlarımız..
Bir okuma molasıdır belki satır arası yaşanılan bir hüzün. Kıymetini bilmek lazım, iyinin, hüznün ve güzün..”
SESSİZ FERYAT!
Siyasette, iş yaşantısında, ya da bir yöneticinin masa başında çektiği nutuklar, kontrol dışı olunca, karmaşıklık kaçınılmazdır.. Yoldan sapmalar hep zarar vermiştir toplumlara.. İşin kötü tarafı da, karşı tarafı uyaracak bir mekanizma pek bulamazsınız.
Uysalız ya..
Dikkat edin, ‘küfür’ yiyip de, ‘Olur böyle şeyler, unuturum gider’ diyecek kadar ezilen/büzülen ‘yumuşak başlı’ insanların varlığı da az değil.
Çoğu da bildiğimiz/tanıdığımız insanlar.
Bu yargıya nasıl mı varıyorum?
Adayların netleştiği Karayılan Beldesi’nde birileri esip/gürlüyor şimdi.
Zannedersiniz ki, Hitler’in torunu..
Saddam’ın yeğeni..
Ya da Stalin’in genini taşıyor.
Sonuç yine aynı..
Kısa bir sessizlik..
Aralarında biri biraz çekinerek de olsa, sormuyor/soramıyor..
O halde benden duysun o arkadaş..
Belagat şehvetinin kurbanı olan beyefendi:
“- Öyle kendini bir şey zannedip, fazla ciddiye alma!”
Kasma kendini!
Bu dünya Sultan Süleyman’a bile kalmadı, Karayılan mı sana kalacak?!