Dörtyol’da düzenlenen “Sanayileşmenin çevreye etkileri” konulu panel oldukça etkileyiciydi. Önemli isimler vardı.. Verdikleri rakamlarda Türkiye’deki su sıkıntısına işaret ediyordu. Ürktüm doğrusu..Bugüne dek yaşatılan su kayıplarından utanç duydum..Bir de, 2070 yılında yazılmış bir mektubun slaytını izleyince, endişelerim çoğaldı.Panelin konuşmacıları, yaşamlarını çevreye adamış etkili isimlerdi..AK Parti Hatay Milletvekili Prof. Dr Mustafa Öztürk, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı Doç. Dr. İbrahim Demir, Çevre ve Orman Bakanlığı-Çevre Yönetimi Genel Müdürü Prof. Dr. Lutfi Akça ile Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölge Başkanı Prof. Dr Ahmet Demir, çarpıcı ve güncel rakamlarla adeta ‘çevre’ dersi verdiler. Konu, panelin başlığından da anlaşılacağı gibi, sanayinin su kaynaklarına, tarıma, havaya ve yerleşime olan etkileri..Önemli başlıklar çıktı panelden, tabii ki alınması gereken dersler de..Tüm bu satırbaşlarını gazeteniz GÜNEY’de okumuş olmalısınız.Ben daha çok çevre kirliliğini en aza indirgeyecek çalışmalarla ilgiliyim.Sonuçlar şaşırtıcı..Kirlilik diz boyu..Henüz, Türkiye’yi kurtarmaya zaman varken, bir takım tedbirler de alınmalı diye düşünüyorum.Çevre üzerinde çok kez yazılar yazdım..Ne yazık ki, kaygılarım da, aynı paralelde artış gösteriyor.Ama ne iyidir ki, Hatay Milletvekili Prof. Dr. Mustafa Öztürk, gayretli ve istekli.Şimdiden belirteyim.. Sayın Öztürk, Hatay için bir şans.. Göreve başlarken, hakkında pek birşeyler bilmediğimizden birçok noktada yanıldık. Ama çevreye olan duyarlılığıyla, Türkiye ve uluslararası alanda kendinden söz ettirmeyi başardı.Yerinde tespitleri ve caydırıcı bir kimliğe sahip..Geleceği iyi okuyor ve her yol çatısında insanlara gelecekle ilgili çevre bilincini enjekte ediyor..Konuşmacıların her sunumunu nefesimi tutarak dinledim..“Ne yapıyoruz biz?” diyerekten, duraksadığım çok oldu..Ellerimizle kirlettiğimiz dünyanın sonunu trajik bir slayt görüntüsü eşliğinde izlemek üzdü beni..Aynı duygu yoğunluğunu, elbetteki sanayiciler ve tüm katımılcılar da yaşadı.O yüzden, tedbir kısmını önemsiyorum..İşte bu noktada müthiş etkileyici sözler sarfediyor Prof. Dr. Mustafa Öztürk.. Çevre yaklaşımı kusursuz..Müthiş bilgi birikimine sahip..“Karamsar olmayalım, dünyayı kurtarmaya henüz zamanız var” diyerek, sanayinin çevreye etkisinden çok, uyumlu ilişkisinden söz etti..Öztürk ekliyor:“Türkiye’de sanayi yatırımı yapmak çok zor. Sanayi gelişiyor diye ürkmeyelim.. Fakat, sanayici de çevre yatırımları konusunda ‘Arıtma tesisimi de kurmalıyım’ diye düşünmeli..”Şunu demeye getiriyor:- Sanayi ile iç içe yaşayacağız, ama yatırımlarla da bunu sorun etmeyeceğiz.. Öztürk, ayrıca 60 milyar Euro çevre yatırımından söz etti.. Planlı ve programlı bir çevre hizmetiyle sorunlara odaklandı. Belediyelere de seslendi..“Beldelere kanalizasyon yapmak yetmiyor, arıtma tesisi de yapacaksın” diyerek uyardı..İşte tam bu noktada, konu hayat kaynağımız suyun hoyratça kullanılmasına geldi.Türkiye’deki suyun, yüzde 60’ının kayıp olduğuna işaret eden Öztürk, israfı önlemenin gerekliliğini şu sözlerle özetledi:“Kullanan öder, kirleten de öder!” Sayın Öztürk’ün, çöpteki organik maddesi örneği, çiftçilere de umut kaynağı oldu. Kompos yönteminin faydaları oldukça fazla..Hayvan gübresinin yasaklanması gerektiği vurgulanırken, Komposun toprağa kattığı verim ve suyun bitkiye kavuşma oranındaki tasarruf şaşırtıcıydı.Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün şu konu başlıklarını bir kenara not edin:- WC’de kullanılan rezervuarlar 6 litre olmalı, fazlası yasaklanmalıdır.- Almanya’da 60 litre su tüketimi varken, bu oran Türkiye’de 250 litre..- İklim değişikliği Karadeniz’i olumlu, ama Akdeniz, Ege ve İç Anadolu’yu olumsuz etkileyecek.- Sanayi Tesisleri arıtma tesislerini kursun, yoksa 13 Mayıs tarihinden sonra 20 bin YTL ila 3 milyon YTL. Arasında yüksek cezalar geliyor.- Birinizin yemek atığı, diğerinizin yemeği olabilir, bunu unutmayın!- Karaparacılardan, çantacılardan kaçının.. Bunlar çöpü severler..- Saatinizin pilini bile yere atarken dikkat edin, içerisindeki civanın suyu ve havayı kirlettiğini unutmayın..- Türkiye’de endüstriyel depolama alanları yetersiz..- Suyu getirmek olmaz, işletmesini yapmak ve onarımı gerçekleştirmek gerekiyor..Sayın Öztürk’ün çektiği çevre fotoğrafı herkes gibi, bende de suçluluk hissi yaşattı. Ama henüz çok geç kalmış değiliz..Henüz daha Dünyamızı kurtarmaya zamanımız varken..Lütfen çevremizi koruyalım, korunmasını sağlayalım!***
2070’te bizi ne bekliyor?
Dörtyol’daki çevre panelini izlerken, 2070’te yazılmış bir mektubun slaytına fena halde takıldım.. Çevre felaketinin yol açacağı büyük hasarı şimdiden bizlere aktarıyordu..İnterneti taradım. Orjinalini indirdim.. Mutlaka okumalısınız:Yıl 2070..50 yaşına henüz bastım ama görüntüm 85 yaşındaki bir insanın ki gibi..Yeterince su içemediğim için böbrek sorunları yaşıyorum.Korkarım ki, yaşamak için çok vaktim yok.Ben bu topluluktaki en yaşlı insanım…5 yaşında bir çocuk olduğum günleri hatırlıyorum.Parklarda pek çok ağaçlar evlerde güzel bahçeler vardı.Ve ben yarım saat boyunca büyük bir zevkle duş alırdım.Bugünlerde ise cildimizi temizlemek için mineral yağlı havluları kullanıyoruz.Eskiden kadınların güzel saçları vardı.Şimdi ise başımızı su kullanmadan temiz tutmamız gerektiği için traş etmek zorundayız..Eskiden benim babam arabasını hortumdan akan su ile yıkardı.Şimdi ise, benim oğlum suyun bu şekilde ziyan edilebileceğine bir türlü inanamıyor..Sokaklarda posterlerde radyoda ve televizyonda “SUYU DUYARLI KULLAN” uyarıları olduğunu hatırlıyorum.Ama hiç kimse bu uyarıları önemsemedi.Suyun sonsuza dek var olacağını sandık…Şimdi ise, tüm nehirler, göller, barajlar ve yeraltındaki su yatakları ya kurudu yada kirlendi.. Sanayi hemen hemen durma noktasına geldi ve işsizlik büyük oranlara ulaştıYegane iş alanı deniz suyunun tuzunu çıkarıp kullanabilinir hale getiren fabrikalar.. Ve işçiler maaşlarının bir bölümünü içme suyu olarak alıyorlar. Sokaklarda eli silahlı haydutların bir bidon su için insanlara saldırmaları çok yaygınlaştı..Yiyeceklerin 80% i sentetik.Eskiden yetişkin bir insanın günde 8 bardak su içmesi tavsiye edilirdi.Şimdi ise, benim sadece yarım bardak su içmeme müsaade ediliyor.Biz şimdi bir kere giyilip atılan giysileri giymek zorundayız ve bu da çöp miktarını arttırıyor.. Biz şimdi kanalizasyon sistemi susuzluktan çalışmadığı için fosseptik kullanıyoruz…Nüfusun dış görünümü korkunç: Susuzluk nedeniyle kırışık sıskaültraviyole ışınları nedeniyle yaralarla dolu vücutlar..Şimdi ozon tabakası kalmadığı için ışınlar çok daha kuvvetli..Cilt kanseri mide bağırsak enfeksiyonları ve idrar sistemi sorunları ölümlerin ana sebepleri..Cildin aşırı kuruması nedeniyle 20 yaşındaki bir genç 40 yaşında gibi görünüyor. Bilim adamları araştırdılar, ancak bu soruna bir çare bulamadılar.. Su üretilemiyor, ağaç ve sebze olmadığı için oksijen de azaldı ve bu yüzden yeni neslin zeka kapasitesi ciddi bir şekilde zarar görüyor.. Pek çok erkekte sperm oluşum morfolojisi değişti.Bunun sonucunda da bebekler kusurlu, mutasyonla ve fiziksel sakatlıklarla doğuyorlar. Devlet soluduğumuz hava için bize para ödetiyor..Erişkin başına günde 137 metreküp soluyoruz.. Bu parayı ödeyemeyen insanlar güneş enerjisiyle çalışan büyük mekanik akciğerlerle havalandırılan bölgelerden kovuluyorlar. Soluduğumuz hava kaliteli değil ama en azından nefes alabiliyoruz..Ortalama insan ömrü 35 yıl.Hala biraz yeşil alanı olan ,nehirleri akan, bölgeler silahlı askerler tarafından korunuyor..Su, altın ve elmastan çok daha değerli bir hazine haline geldi…Yaşadığım yere nadiren yağmur yağdığı için hiç ağaç yok.Bazen yağış beklerken asit yağmurları yağıyor.Mevsimler ciddi bir şekilde 20.yüzyılın çevreye zarar veren sanayisi, atomik deneyler ve çevreye yaydıkları kirlerden etkilendiler.O zamanlar çevreyle ilgilenmemiz konusunda uyarıldık ama hiçkimse dikkate almadı.. Oğlum benden gençliğimden söz etmemi istediği zaman ona yeşil tarlaların, çiçeklerin güzelliğini, yağmuru, nehirlerde yüzmenin, balık avlamanın, içebildiğimiz kadar su içebilmenin ne büyük bir zevk olduğunu ve insanların ne kadar sağlıklı olduklarını anlatıyorum..O bana babacığım şimdi neden su yok? diye soruyor..İşte o zaman boğazım düğümleniyor.. Kendimi suçlu hissetmekten bir türlü kurtaramıyorum, çünkü ben de, o yaşadığı çevreyi kirleterek tahrip olmasına sebep olan ,tüm uyarılara kulağını tıkayan nesle aitim..Şimdi ise, bizim çocuklarımız bunun bedelini ödüyorlar!Yeryüzünde, şimdi doğanın tahribatının dönüşü olmayan bir seviyeye ulaşmasından dolayı kısa süre içinde yaşamın mümkün olmayacağına kesinlikle inanıyorum.. Ne kadar çok isterdim geriye dönüp insanoğluna bunları anlatmayı..Henüz daha Dünya gezegenimizi kurtarmaya zamanımız varken…
SANAYİ GELİŞİYOR DİYE ÜRKMEYELİM!
Dörtyol’da düzenlenen “Sanayileşmenin çevreye etkileri” konulu panel oldukça etkileyiciydi. Önemli isimler vardı.. Verdikleri rakamlarda Türkiye’deki su sıkıntısına işaret ediyordu. Ürktüm doğrusu..
Bugüne dek yaşatılan su kayıplarından utanç duydum..
Bir de, 2070 yılında yazılmış bir mektubun slaytını izleyince, endişelerim çoğaldı.
Panelin konuşmacıları, yaşamlarını çevreye adamış etkili isimlerdi..
AK Parti Hatay Milletvekili Prof. Dr Mustafa Öztürk, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı Doç. Dr. İbrahim Demir, Çevre ve Orman Bakanlığı-Çevre Yönetimi Genel Müdürü Prof. Dr. Lutfi Akça ile Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölge Başkanı Prof. Dr Ahmet Demir, çarpıcı ve güncel rakamlarla adeta ‘çevre’ dersi verdiler.
Konu, panelin başlığından da anlaşılacağı gibi, sanayinin su kaynaklarına, tarıma, havaya ve yerleşime olan etkileri..
Önemli başlıklar çıktı panelden, tabii ki alınması gereken dersler de..
Tüm bu satırbaşlarını gazeteniz GÜNEY’de okumuş olmalısınız.
Ben daha çok çevre kirliliğini en aza indirgeyecek çalışmalarla ilgiliyim.
Sonuçlar şaşırtıcı..
Kirlilik diz boyu..
Henüz, Türkiye’yi kurtarmaya zaman varken, bir takım tedbirler de alınmalı diye düşünüyorum.
Çevre üzerinde çok kez yazılar yazdım..
Ne yazık ki, kaygılarım da, aynı paralelde artış gösteriyor.
Ama ne iyidir ki, Hatay Milletvekili Prof. Dr. Mustafa Öztürk, gayretli ve istekli.
Şimdiden belirteyim.. Sayın Öztürk, Hatay için bir şans.. Göreve başlarken, hakkında pek birşeyler bilmediğimizden birçok noktada yanıldık.
Ama çevreye olan duyarlılığıyla, Türkiye ve uluslararası alanda kendinden söz ettirmeyi başardı.
Yerinde tespitleri ve caydırıcı bir kimliğe sahip..
Geleceği iyi okuyor ve her yol çatısında insanlara gelecekle ilgili çevre bilincini enjekte ediyor..
Konuşmacıların her sunumunu nefesimi tutarak dinledim..
“Ne yapıyoruz biz?” diyerekten, duraksadığım çok oldu..
Ellerimizle kirlettiğimiz dünyanın sonunu trajik bir slayt görüntüsü eşliğinde izlemek üzdü beni..
Aynı duygu yoğunluğunu, elbetteki sanayiciler ve tüm katımılcılar da yaşadı.
O yüzden, tedbir kısmını önemsiyorum..
İşte bu noktada müthiş etkileyici sözler sarfediyor Prof. Dr. Mustafa Öztürk..
Çevre yaklaşımı kusursuz..
Müthiş bilgi birikimine sahip..
“Karamsar olmayalım, dünyayı kurtarmaya henüz zamanız var” diyerek, sanayinin çevreye etkisinden çok, uyumlu ilişkisinden söz etti..
Öztürk ekliyor:
“Türkiye’de sanayi yatırımı yapmak çok zor. Sanayi gelişiyor diye ürkmeyelim.. Fakat, sanayici de çevre yatırımları konusunda ‘Arıtma tesisimi de kurmalıyım’ diye düşünmeli..”
Şunu demeye getiriyor:
– Sanayi ile iç içe yaşayacağız, ama yatırımlarla da bunu sorun etmeyeceğiz..
Öztürk, ayrıca 60 milyar Euro çevre yatırımından söz etti.. Planlı ve programlı bir çevre hizmetiyle sorunlara odaklandı.
Belediyelere de seslendi..
“Beldelere kanalizasyon yapmak yetmiyor, arıtma tesisi de yapacaksın” diyerek uyardı..
İşte tam bu noktada, konu hayat kaynağımız suyun hoyratça kullanılmasına geldi.
Türkiye’deki suyun, yüzde 60’ının kayıp olduğuna işaret eden Öztürk, israfı önlemenin gerekliliğini şu sözlerle özetledi:
“Kullanan öder, kirleten de öder!”
Sayın Öztürk’ün, çöpteki organik maddesi örneği, çiftçilere de umut kaynağı oldu. Kompos yönteminin faydaları oldukça fazla..
Hayvan gübresinin yasaklanması gerektiği vurgulanırken, Komposun toprağa kattığı verim ve suyun bitkiye kavuşma oranındaki tasarruf şaşırtıcıydı.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün şu konu başlıklarını bir kenara not edin:
– WC’de kullanılan rezervuarlar 6 litre olmalı, fazlası yasaklanmalıdır.
– Almanya’da 60 litre su tüketimi varken, bu oran Türkiye’de 250 litre..
– İklim değişikliği Karadeniz’i olumlu, ama Akdeniz, Ege ve İç Anadolu’yu olumsuz etkileyecek.
– Sanayi Tesisleri arıtma tesislerini kursun, yoksa 13 Mayıs tarihinden sonra 20 bin YTL ila 3 milyon YTL. Arasında yüksek cezalar geliyor.
– Birinizin yemek atığı, diğerinizin yemeği olabilir, bunu unutmayın!
– Karaparacılardan, çantacılardan kaçının.. Bunlar çöpü severler..
– Saatinizin pilini bile yere atarken dikkat edin, içerisindeki civanın suyu ve havayı kirlettiğini unutmayın..
– Türkiye’de endüstriyel depolama alanları yetersiz..
– Suyu getirmek olmaz, işletmesini yapmak ve onarımı gerçekleştirmek gerekiyor..
Sayın Öztürk’ün çektiği çevre fotoğrafı herkes gibi, bende de suçluluk hissi yaşattı.
Ama henüz çok geç kalmış değiliz..
Henüz daha Dünyamızı kurtarmaya zamanımız varken..
Lütfen çevremizi koruyalım, korunmasını sağlayalım!
***
2070’te bizi ne bekliyor?
Dörtyol’daki çevre panelini izlerken, 2070’te yazılmış bir mektubun slaytına fena halde takıldım.. Çevre felaketinin yol açacağı büyük hasarı şimdiden bizlere aktarıyordu..
İnterneti taradım. Orjinalini indirdim.. Mutlaka okumalısınız:
Yıl 2070..
50 yaşına henüz bastım ama görüntüm 85 yaşındaki bir insanın ki gibi..
Yeterince su içemediğim için böbrek sorunları yaşıyorum.
Korkarım ki, yaşamak için çok vaktim yok.
Ben bu topluluktaki en yaşlı insanım…
5 yaşında bir çocuk olduğum günleri hatırlıyorum.
Parklarda pek çok ağaçlar evlerde güzel bahçeler vardı.
Ve ben yarım saat boyunca büyük bir zevkle duş alırdım.
Bugünlerde ise cildimizi temizlemek için mineral yağlı havluları kullanıyoruz.
Eskiden kadınların güzel saçları vardı.
Şimdi ise başımızı su kullanmadan temiz tutmamız gerektiği için traş etmek zorundayız..
Eskiden benim babam arabasını hortumdan akan su ile yıkardı.
Şimdi ise, benim oğlum suyun bu şekilde ziyan edilebileceğine bir türlü inanamıyor..
Sokaklarda posterlerde radyoda ve televizyonda “SUYU DUYARLI KULLAN” uyarıları olduğunu hatırlıyorum.
Ama hiç kimse bu uyarıları önemsemedi.
Suyun sonsuza dek var olacağını sandık…
Şimdi ise, tüm nehirler, göller, barajlar ve yeraltındaki su yatakları ya kurudu yada kirlendi.. Sanayi hemen hemen durma noktasına geldi ve işsizlik büyük oranlara ulaştı
Yegane iş alanı deniz suyunun tuzunu çıkarıp kullanabilinir hale getiren fabrikalar.. Ve işçiler maaşlarının bir bölümünü içme suyu olarak alıyorlar. Sokaklarda eli silahlı haydutların bir bidon su için insanlara saldırmaları çok yaygınlaştı..
Yiyeceklerin 80% i sentetik.
Eskiden yetişkin bir insanın günde 8 bardak su içmesi tavsiye edilirdi.
Şimdi ise, benim sadece yarım bardak su içmeme müsaade ediliyor.
Biz şimdi bir kere giyilip atılan giysileri giymek zorundayız ve bu da çöp miktarını arttırıyor.. Biz şimdi kanalizasyon sistemi susuzluktan çalışmadığı için fosseptik kullanıyoruz…
Nüfusun dış görünümü korkunç: Susuzluk nedeniyle kırışık sıska
ültraviyole ışınları nedeniyle yaralarla dolu vücutlar..
Şimdi ozon tabakası kalmadığı için ışınlar çok daha kuvvetli..
Cilt kanseri mide bağırsak enfeksiyonları ve idrar sistemi sorunları ölümlerin ana sebepleri..
Cildin aşırı kuruması nedeniyle 20 yaşındaki bir genç 40 yaşında gibi görünüyor. Bilim adamları araştırdılar, ancak bu soruna bir çare bulamadılar.. Su üretilemiyor, ağaç ve sebze olmadığı için oksijen de azaldı ve bu yüzden yeni neslin zeka kapasitesi ciddi bir şekilde zarar görüyor.. Pek çok erkekte sperm oluşum morfolojisi değişti.
Bunun sonucunda da bebekler kusurlu, mutasyonla ve fiziksel sakatlıklarla doğuyorlar. Devlet soluduğumuz hava için bize para ödetiyor..
Erişkin başına günde 137 metreküp soluyoruz.. Bu parayı ödeyemeyen insanlar güneş enerjisiyle çalışan büyük mekanik akciğerlerle havalandırılan bölgelerden kovuluyorlar. Soluduğumuz hava kaliteli değil ama en azından nefes alabiliyoruz..
Ortalama insan ömrü 35 yıl.
Hala biraz yeşil alanı olan ,nehirleri akan, bölgeler silahlı askerler tarafından korunuyor..
Su, altın ve elmastan çok daha değerli bir hazine haline geldi…
Yaşadığım yere nadiren yağmur yağdığı için hiç ağaç yok.
Bazen yağış beklerken asit yağmurları yağıyor.
Mevsimler ciddi bir şekilde 20.yüzyılın çevreye zarar veren sanayisi, atomik deneyler ve çevreye yaydıkları kirlerden etkilendiler.
O zamanlar çevreyle ilgilenmemiz konusunda uyarıldık ama hiçkimse dikkate almadı.. Oğlum benden gençliğimden söz etmemi istediği zaman ona yeşil tarlaların, çiçeklerin güzelliğini, yağmuru, nehirlerde yüzmenin, balık avlamanın, içebildiğimiz kadar su içebilmenin ne büyük bir zevk olduğunu ve insanların ne kadar sağlıklı olduklarını anlatıyorum..
O bana babacığım şimdi neden su yok? diye soruyor..
İşte o zaman boğazım düğümleniyor.. Kendimi suçlu hissetmekten bir türlü kurtaramıyorum, çünkü ben de, o yaşadığı çevreyi kirleterek tahrip olmasına sebep olan ,tüm uyarılara kulağını tıkayan nesle aitim..
Şimdi ise, bizim çocuklarımız bunun bedelini ödüyorlar!
Yeryüzünde, şimdi doğanın tahribatının dönüşü olmayan bir seviyeye ulaşmasından dolayı kısa süre içinde yaşamın mümkün olmayacağına kesinlikle inanıyorum.. Ne kadar çok isterdim geriye dönüp insanoğluna bunları anlatmayı..
Henüz daha Dünya gezegenimizi kurtarmaya zamanımız varken…