– İskenderunspor’un efsane kaptanı Levent Yılmaz’a, 17 yıldır geciken jübile onurunu yaşatın!
Hadi, kabul et kaptan!
İskenderunspor’un emektarlarından efsane kaptan Levent Yılmaz, spor yaşantısının neredeyse tamamında turuncu mavili ekibe hizmet verdi, desteğini de esirgemedi.
İskenderunspor’un tekrardan çıktığı 3. Lig yolunda yine onun maddi ve manevi desteği vardı. Ama bugüne kadar dile getirilmeyen, gururundan olsa gerek hiç de paylaşmadığı bir gerçeği, hakkedilmiş bir onuru gün yüzüne çıkarıyorum..
Eskiler bilir..
1993 yılında takımı şampiyon yapıp, 2. Lige çıkmasında büyük emeği olan efsane kaptan Levent Yılmaz, işte o tarihlerde formasını soyunma odasına asıp, futbol hayatına son noktayı koyar.. 17 yıldır halen o formanın üzerindeki alınteri, başarısı, üzüntüleri ve mutlulukları duruyor.
İşte size tozlu hatıralardan bir anı:
Bir deplasman maçı.. Primler dağıtılmıyor, futbolcular isteksiz, moralsiz..
Otobüs kalkmak üzere.. Levent Yılmaz arkadaşlarına bakıyor, ‘teredütsüz’ kimseye birşey demeden eve koşup, eşine ait altınları kaptığı gibi soluğu kuyumcuda alır..
Oradan da bir çırpıda tesislere koşuverir.. Kimse farkında olmadan primler dağıtılır, deplasmana gidilir..
Biliyor musunuz? Ve o gün İskenderunspor hanesine 3 puanı yazdırır ve Levent Yılmaz her zamanki olgunluğu ve gururlu kişiliğiyle, ‘gemiyi kurtaran kaptan’ olur..
Bu hikayeyi, Levent Yılmaz’la top koşturanlar bilir..
Ama acı gerçek şu ki.. Levent Yılmaz, yaşamında var olan bu duyarlılığına rağmen, bir gün olsa bile, ‘jübile’yi aklına getirmedi..
Yine de geç kalınmış sayılmaz.. Çok iyi biliyorum ki, her futbolcunun hayalinde omuzlara taşınmak vardır. Taraftarıyla son kez selamlaşmak vardır..
Helallik almak vardır!
Peki bu hakkı Levent Yılmaz’a verebildik mi? Hayır..
Neredeyse 17 yıldır, o formaya gömülen hatıraları O’na yaşatabildik mi?
Yaşatamadık değil mi?
Buyursunlar o halde..
Hepimiz biliyoruz ki, İskenderunspor’un efsane kaptanlarından Levent Yılmaz, 20 yaşından beri turuncu mavili renklere aşık.. O tarihlerde her yıl, 1.lig takımları İskenderunspor’un kapısını çalar ama her seferinde kaptandan ‘hayır’ cevabı alarak, eli boş dönerlerdi.
Sayısız transfer teklifleri arasında sadece ve sadece İskenderunspor için boş kağıda mukavele imzalayan efsane kaptan Levent Yılmaz, 32 yaşına kadar turuncu mavili ekiple olan ‘evliliğini’ bugüne dek sürdüren belki de tek futbol adamı..
O şimdi, futbol şube sorumlusu..
O şimdi as başkan..
O şimdi İskenderunspor’un en kıdemli idarecisi, abisi, herşeyi..
Ama birşey hep eksik kaldı.. Jü-bi-le!
Bugün taraftar onu istiyor..
Bugün spor camiası onun jübilesini, omuzlarına yaslanan o parlak hayat hikayesine son noktanın konulmasını istiyor, talep ediyor.. Haydi İskenderunlular, haydi İskenderunspor’a gönül vermiş tüm dostlar.. Haydi, İskenderunspor yönetimi..
Bu geciken hakkı, jübile hayalini hep birlikte Levent yılmaz’a yaşatalım..
Var mısınız?
ÖĞRENCİLER VE ORHAN PAMUK!
Bir grup Amerikalı öğrenci Türkiye’de yaygın bir gazetenin idare binasını ziyarete geliyor. New York’taki Mary’s College’dan bir grup gazetecilik öğrencisi. 15 öğrenci. 14’ü kız.. Gazeteyi gezdiler, bölümleri dolaştılar.
Kendilerine sormuşlar:
“- Türkiye’yi nasıl buldunuz” diye.
Türkiye’den önce bir Avrupa turu yapmışlar,
Yunanistan’dan sonra da Türkiye’ye gelmişler.
“Çok şaşırdık” dediler. Sonra da..
“Avrupa’nın pek çok yerinden daha modern, daha güzel ve daha zengin. Çok aydınlık bir görüntüsü var” dediler.
İnsan merak ediyor değil mi?
Bunda şaşıracak ne var bu kadar..
Ağızdaki bakla düşüyor:
“- Orhan Pamuk’u okumuştuk ve böyle beklemiyorduk” dediler.
İlginç bir de ekleme yapıyorlar:
“Orhan Pamuk’u okuyunca gri, neşesiz, her yerde askerlerin kol gezdiği, baskıcı, eğlencesi olmayan, insanların mutsuz göründüğü, karanlık bir ülke bekliyorduk. Ama tam tersini bulduk” dediler.
Görüyorsunuz işte.. Nobel ödüllü tek yazarımızın Türkiye’nin imajına yaptığı katkı buydu. 15 genç Amerikalı gazeteci adayının gözünde..
Onlar Türkiye’yi gelip gördüğü için şanslıydık.
Ya gelmeyip sadece okuyanlar!
Yazık.. Türkiye’de bugün yapılanların, dış ülkelerde nasıl yansıdığını görmekte zorlanıyoruz.. Çünkü herkes yazıyor, konuşuyor, anlatıyor..
İster aydın olalım, ister gazeteci, ister siyaset adamı.. Yaptığımız, karşıdaki insanın anladığı kadardır.. İnsanlara kendi dünyamızdaki paranoyaları anlatmaya kalksak, şehrimizi öyle tanır, insanlarımızı öyle algılarlar..
Oysa gerçek öyle mi?
Bugün, İskenderun’da olup bitenlere kızmamız ondan..
Halen genel olarak.. Gri, neşesiz, eğlencesi olmayan, insanların mutsuz göründüğü bir kent görüyoruz..
Çoğunluk kızgın, öfkeli.. Asıl konuşması gerekenler susuyorsa, meydan ortalığı ‘boş bulup’ dolduranlara kalır, kalıyor da.. Hal böyle iken, şer odakları karşısında hakkaniyet arayışına girenler ne yapsın? Onları da ‘küstürürseniz’ komplo teorileri, üretimsizlik akımı ve hizmetsizlik mantalitesi alır başını gider.. Mesele budur..
Aynı öfkeden nemalanmaya çalışan insanlar yok mu zannediyorsunuz?
İşte Dörtyol! Komplo teorileri mantar gibi çoğalıyor, kime inanacağımızı bilemiyoruz.. Oturup bir komplo senaryosu yazmak istesek, elimize yeterli malzeme mevcut anlamına geliyor bu..
O halde “Provokasyondur” deyip geçmek yetmez, provokasyonu kimin yaptığını da ortaya çıkarmak gerekir ki bundan sonra benzer senaryoların uygulanmasının önüne geçilebilsin.
İnceleme komisyonları görev başında..
Sonuca bakmalıyız.. Dörtyol’u yıprattığımız yeter!
Halüsinasyonlarla, paranoyalarla dolu bir algılama yiyiyor, bitiriyor bizi..
Bunu mu istiyoruz? Böyle bir ruh hali bizi yeterince tatmin eder mi?
Yapmamız gereken şu..
Bu farklı algılamalara karşı ‘doğru’ şeyler görmeli, aydınlık arayışlara yüzümüzü dönmeliyiz.. Mesela, Van Gogh gibi..
Van Gogh bir tarlaya baktığı zaman ışık seli görüyordu biz ise halen ayçiçeklerini..