Dünkü yazımda, cemevi temel atma töreninde yaptığı konuşmadan ötürü “Hoşgörüye gölge düştü, yakışmadı Selahattin Özel” demiştim.
Ancak gelen yankılar üzerine kalan notları da bugüne çektim.
Bazı sorular üzerine şunu baştan söylemeliyim..
Beni tanıyanlar dahil, birçok çevreden GÜNEY’de yazdığım tek bir satır için tepki gösteren olmadı.
Genelde şöyle bir yaklaşım hakimdi:
– Tüm farklı renklerin katıldığı o törende keşke siyasi içerikli konuşma yapılmasaydı.
Yeri ve zamanı değildi çünkü..
Hele ki, seçim arefesinde kanaat önderleri daha ılımlı bir üslup kullanmalıydı.
Mesele bu..
Ne diyelim..
Ölmüşe, olmuşa çare yok..
Bu konuda bir istisna var galiba..
İskenderun Belediye Başkanı Dr. Yusuf Civelek ortamı yumuşatabilirdi..
Konuşmasının bir kaç dakikasında, tarafları ‘bütünleşmeye’ davet edebilirdi.
Yapmadı ya da yapamadı..
Çünkü, törende söz sırası ona gelmişti..
Ne bileyim, mesela..
– Ey canlar! 20 yıllık rüya cemevi için, AK Parti’li belediye meclis üyelerinin tamamı tek bir yorum yapmadan ‘evet’ oyu kullandı, diyebilirdi..
Bu süreçte, MHP’nin ve DP’nin desteğini gördük, şeklinde bir cümle kurabilirdi. Olmadı..
Peki o olgunluk, o ortamı yumuşatma girişimi kimden geldi?
Hemen bir gün sonra..
MHP Hatay Milletvekili Adayı Şefik Çirkin’den.. Şöyle ki;
– Alevi cemaatindeki vatandaşlarımızın ne kadar olgun ve kibar, ne kadar ılımlı olduğunu herkes biliyor, dedi..
– Açılışa davet edilen bir milletvekiline, ayrıca diyanet işleri başkanı hakkında böyle ağır kelimeler sarf etmek doğru değildi, ifadesini kullandı..
– Bazı kanaat önderlerinin ağzından çıkanı kulakları duymalı, şeklinde konuştu.
– Hatay’da; alevisiyle sunnisiyle, hıristiyanıyla tatlı dili konuşan bir çok etkin grupları ile birlikte yaşıyoruz, diye ekleyiverdi.
Evet, Şefik Çirkin’in de dediği gibi..
– Biz birbirimizden razıyız ve memnunuz!
Kanaat önderlerinin bu tür konuşmaları bizleri üzer..
Mesele iktidarın ne yaptığı değil, mesele hoşgörüye yakışan duruşu sergilemektir.
Böylesine hassas konular toplum önünde konuşulurken, daha dikkatli olunması gerektiğine inanıyorum.
Çünkü..
Dün esnaf odalarıyla yemekte bir araya gelen MHP Adayı Şefik Çirkin’in, “çözümlemeleri’ açıklayan, gerçekten içerikli ve doğrularla dolu konuşmasını dinlerken, bu üslupta vurgulanan gerçeklerin kanaat önderlerince tekrarlanması gerektiğini, düşündüm.
Bu şekilde pozitife dayalı demokrasinin sağlıklı işleyişine tanık oluruz.
İLK KİM DUYURDU?
Bir gazete gectiğimiz günlerde, “Falanca haberi ilk biz duyurduk” diye, diğer tüm gazetelerin uyuduğunu ima ediyordu.. Oysa, başka yerel bir gazete, “Bir belediye meclis üyesinin rüşvet iddialarını” duyururken, o vakit celallenen gazete neredeydi?
Ya da..
Bir haftalık gazete “Bir belediye meclis üyesinin kaçak inşaat” yapılarını gündeme getirirken, o havalı gazete kapsam alanı dışında mıydı?
Olabilir.. Her gazetenin istihbarat kaynakları farklıdır..
Kullanır, kullanmaz!
Mesela, biz dün ‘Hoşgörüye gölge düştü’, ‘Rum Katolik Kilisesi ibadete açıldı’, ‘Luigi Padovese ölüm yıldönümünde anıldı’ haberleriyle öne çıktık, ama ‘özel’ logosu kullanmadık.
Kullandığımız durumlarda da, “Bu haberi sadece biz yaptık. Diğer gazeteler atladı. Uyuyorlardı” demeye getirmedik. Şunu anlatmaya çalışıyorum:
– Her gazetenin farklı bir haber anlayışı, çizgisi var..
Herkes kendi istihbari kaynaklarını kullanıyor, durumun aciliyetine göre servis ediyor.. Bizi renkli, farklı kılan da bu..
Hepimiz ortak çıkacağız diye bir kaide yok!
Bir daha hatırlatmaya gerek var mı?
ASIL TUHAFLIK KİMDE!
Bu kadarı da olmaz canım! Dizilerde sinirlerimiz boşalıyor, ağlıyoruz..
Peki ya gerçek hayatta? Duyarsızız!
Keder, çile karşısında perişan oluyoruz.
Ama bir damla gözyaşı yok..
Soru şu:
“- Gerçek acılara bu kadar yanıp tutuşuyor musunuz?”
Sorgulayalım kendimizi..
Gerçek hayatta.. Aile içi tecavüz, kanser, yetimhane, fakir/fukara hepsini izliyoruz!
Sonuç? Ne hissediyorsunuz?
Dönüp kendimize bakmalıyız.
Düşünün…
Gerçek acılara karşı duyarsızlaşmışız..
Çevremizdekilerin çilesine bir dakika olsun, kulak vermekten kaçınır olmuşuz..
Toplum olarak kayıplarımızın doğru düzgün yasını tutmayı bile unutmuşuz..
Sonra da gözyaşı sellerinde boğulmak için TV’nin karşısına sabırsızlıkla ekran başına geçiyoruz. Şimdi söyleyin, asıl tuhaflık kimde!