Genetik yatkınlığı olan bireylerde görülen alerji, vücudun normalde sağlıklı bireylerin reaksiyon vermediği maddelere karşı aşırı reaksiyon vermesi halidir. Bir alerjene karşı reaksiyon verebilmek için bireyin önceden o alerjenle karşılaşıp ona duyarlı hale gelmesi gerektiğini söyleyen Uzmanlar, ülke, kıta veya iklim geçişlerinde alerjenlerin yoğunluğu, çeşitliliği ve yapısının değiştiğini belirtiyor.
Alerjiye yatkın bir bireyin savunma sistemi, bir alerjenle karşılaştığında ona karşı IgE antikoru üreterek onu hafızasına alıyor. Böylece alerjenle tekrar karşılaştığında onu tanıyarak hızla reaksiyon veriyor. Polen alerjisi olan bir kişinin daha önce polenle karşılaşıp buna duyarlı hale gelmiş olması gibi. Polen gibi alerjenler vücuda girdikten sonra daha önceki temas sonrası kendine karşı üretilmiş IgE’lere giderek onlara bağlanıyor. Sonrasında da başta histamin olmak üzere alerjik iltihaba neden olan bazı maddeler kanda salgılanıyor. Bunun ardından düz kaslarda kasılma, damarlarda genişleme, damar geçirgenliğinde artış ve ödeme bağlı olarak hapşırık, burun akıntısı, burun, boğaz, damak, kulak kaşıntısı, gözlerde sulanma, kaşınma, cilt döküntüsü gibi yakınmalar ortaya çıkıyor. Bu alerjik yakınmalar alerjik olunan maddeyle her karşılaşıldığında tekrar ediyor.
Astım ve alerjinin modernleşme ile ilgili olduğunu belirten Uzmanlar, 1700’lerde Londra’da alerjik nezlenin çok ender bir hastalık olduğunu, sadece üst sınıftan kişilerde görüldüğünü aktarıyor. Bu kişilerde alerjik nezle olmasının nedeni olarak da halkın yaşadığı tozlu ortamlara alışık olmamaları gösteriliyor.
20. yüzyıl boyunca yapılan ve son yıllarda yoğunlaşan araştırmalar, hijyen koşulları iyileştikçe alerji oranlarının daha da arttığını ortaya koyuyor. Yaşam koşullarının düşük olduğu yerlerde görülen alerji ve astım oranları görece zengin ve daha iyi yaşam koşullarına sahip olan yerlere göre daha düşük. Tıpta bu fenomen “hijyen hipotezi” olarak biliniyor. Ancak bu durum her yerde aynı değil. Afrika ve Almanya mukayese edildiğinde aradaki sıklık farkı “hijyen hipotezi” ile açıklanabilirken, Türkiye’de bu durumun geçerli olmadığı ve kırsal kesimdeki astım rakamlarının daha yüksek olduğu görülüyor.
İklim değişiklikleri ile birlikte, alerjen yoğunluğu, çeşitliliği ve yapısı değişiyor. Çalışmalar, polen sayımlarının ısı ve CO2 seviyesi artışı ile paralel olarak artığını gösteriyor. Kirleticiler, çöl tozları, ısı ve nem artışına bağlı olarak atmosferdeki bakteri ve mantar spor yoğunluğu değişirken, çöl tozları havada bulunan mikroorganizmalar için önemli bir kaynak oluşturuyor. Özellikle kum fırtınalarının olduğu dönemlerde, havadaki bakteri yoğunluğu ve çeşitliliği artarak mikroorganizmalar kum bulutları içinde uzak mesafelere kolaylıkla taşınabiliyor.
Alerji genetik olarak aileden gelen ve kendinden sonraki kuşağa aktarılan bir durum. İnsanların neredeyse yarıya yakını etrafta bulunan ve herkesin temas ettiği ama farklı yanıt verdiği polen, küfler, tozlar, hayvanlar, gıda ve ilaçlar gibi genellikle organik bazı etkenlere karşı reaksiyon veriyor. Evrimsel olarak kazanılan bu durum bazen bir avantaj olsa da, bazen de hayati bir risk olduğundan mutlaka araştırılması ve kayıt altına alınması gereken bir durum olarak değerlendiriliyor.